Nazilli Tren İstasyonu’nda, Ankara’dan gelen trenin peronunda insanlar toplanmış, heyecanla birini bekliyorlardı. Son vagondan inen kişi, Cumhuriyet’in ikinci adamı İsmet İnönü idi. Halkla tokalaşırken gözüne bir çocuk ilişti:
Beş-altı yaşlarında, elinde testiyle su satan bir çocuk…
İnönü, çocuktan bir bardak su istedi. Bardak boşaldığında, bir anlık bakışta çocuğun kaybolduğunu fark etti. O küçük çocuğun adı, ileride ülkenin yüz akı bir öğretmen olarak anılacak Hulusi Samim Kesimdi.
Bir Efe’nin Kapısında Başlayan Hikâye
İnönü’nün Nazilli’ye gelişi, Kurtuluş Savaşı yıllarının ünlü efelerinden Mahmut’un Ali Efe’yi ziyaret içindi. Fakat kader, o ziyaretin kapısında küçük bir sürpriz hazırlamıştı. Kapıda gülümseyen sucu çocuk oradaydı.
“Adın ne evladım?” diye sordu İnönü.
“Hulusi Samim, efendim.”
İnönü, o çocuğun eğitimine destek olması için cebinden 100 lira çıkararak, “Mutlaka oku,” dedi.
Ve işte o söz, bir çocuğun hayatını değiştirdi.
Terzinin Oğlu, Cumhuriyet’in Öğretmeni
Nazilli İlkokulu’nu bitiren Hulusi Samim, öğretmen okulu sınavında Türkiye birincisi oldu.
Ama babası, Terzi Mustafa Kesim, oğlunun eğitim masraflarını karşılayacak durumda değildi.
Bir meslektaşının desteğiyle Ortaklar Öğretmen Okulu’na kayıt yaptırdı.
Arkadaşları her hafta evlerinden gelen zarfları açarken, onun zarfı hiç gelmedi.
Ama o, umutsuzluğa kapılmadı. Çünkü İnönü’nün sesi kulağındaydı:
“Mutlaka oku.”
Yıllar geçti. Hulusi Samim, Anadolu’nun köylerinde öğretmenlik yaptı, sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nda göreve başladı.
Kısa sürede adı, ilkokul ve ortaokul Sosyal Bilgiler kitaplarında “Samim Kesim” olarak yer aldı.
Kendisine telif hakkı teklif edildiğinde şu yanıtı verdi:
“Beni devlet okuttu. Devletin verdiği bursla okudum. Yazdığım kitaplardan telif alamam.”
Rüşvetin Karşısında Onurlu Bir Sessizlik
Bir gün, kız meslek liselerine alınacak dikiş makineleri ihalesinde görevliydi.
İhaleyi kazanan firma temsilcisi, “Adresinizi verir misiniz?” diye sordu.
Sebebini merak edince şu yanıtı aldı:
“Size bir televizyon göndereceğiz, hediyemiz.”
O an, Hulusi Samim elindeki tüm evrakı yırttı ve ihaleyi iptal etti.
“Devletin işinde hediye olmaz,” dedi.
Bir Şemsiye, Bir Vicdan
Yıllar sonra, yağmurlu bir Ankara akşamı…
Kızı Feray, Gazi Üniversitesi Müzik Bölümü öğrencisiydi.
Otobüs durağında sırılsıklam olmuş, babasının arabasını görünce sevinmişti.
Araba yaklaştı, durdu, arka cam yavaşça indi.
Camın ardından bir şemsiye uzandı.
“Al kızım,” dedi babası.
Araba uzaklaştı.
Eve geldiğinde kızgınlıkla sordu:
“Baba, neden beni arabana almadın?”
Samim Bey başını kaldırmadan yanıtladı:
“O araba devletin kızım, benim değil. Ama şemsiye benimdi…”
Bir Şemsiye Gibi Temiz Kalabilmek
Bugün dürüstlüğün, onurun, kamu ahlakının içinin boşaltıldığı bir dönemde, Hulusi Samim Kesim gibi insanlar bize hâlâ ışık tutuyor.
O, sadece bir öğretmen değil; vicdanın, sadakatin ve devlet terbiyesinin simgesiydi.
Devletin arabasına binmeyip, kendi şemsiyesini uzatan bir babanın hikâyesi, aslında bir ahlak manifestosudur.
Belki de en çok ihtiyacımız olan şey, bu hikâyenin özünde saklıdır:
“Devletin malını kendininkinden ayırabilmek…
Kendi olanla yetinip, onurla yaşamayı bilmek…”
Kaynak: Cumhuriyet arşivleri, Aydın yerel tarih kayıtları Derleyen: Saglikemekcileri Editörleri www.saglikemekcileri.com.tr

